Ana sayfa

 

EBU LUBABE R.A. :

 

Eshâb-ı kirâm’ın meşhûrlarından. İsmi, Rifâ’a bin Abdülmünzir’dir. Beşîr olduğu da söylenir. Birincisi

daha çok tercih edilir. Künyesi Ebû Lübâbe’dir. Hz. Ali’nin zamanında vefât ettiği daha kuvvetlidir.

Annesi, Zeyneb binti Hizam’dır. Saib ve Abdurrahman isminde iki oğlu vardır.

İkinci Akabe bîatında, Medine’den gelenler arasında Ebû Lübâbe de vardı. Peygamber efendimiz

(s.a.v.) onlardan şu hususlarda bîat (söz) aldı: “Allahü teâlâ’dan başka ilâh olmadığına, benim de

Allah’ın Resûlü olduğuma şehâdet getirip, namazı kılacağınıza, zekât vereceğinize, neşeli ve neşesiz

zamanlarınızda sözlerime itâat edeceğinize, emirlerime tamamen boyun eğeceğinize, darlıkta

da varlıkta da muhtaçlara yardımda bulunacağınıza, hiç bir kınayıcının kınamasından korkmaksızın,

Allah yolunda, Allah için hak ve gerçeği söyleyeceğinize, iyiliği emredip, kötülükten

alıkoyacağınıza bîat etmeli, bana kesin söz vermelisiniz. Şahsıma gelince; bana her yönden yardım

edeceğinize, yanınıza vardığımda; kendinizi, kadınlarınızı ve çocuklarınızı koruduğunuz şeylerden,

beni koruyacağınıza da söz vereceksiniz” buyurdu.

Bundan sonra Peygamber efendimiz (s.a.v.) onlara “Aranızdan, her hususta, kavimlerinin, benim

yanımda temsilcisi olacak 12 kişi seçiniz. Mûsa (a.s.) da İsrâiloğullarından 12 kişi almıştı.”

buyurdu. Bu oniki kişi arasında Ebû Lübabe de vardı. Ebû Lübâbe (r.a.) Peygamber efendimizin (s.a.v.)

Bir çok gazâlarına katıldı. Bunların ilki Bedir gazâsında büyük kahramanlıklar gösterdi. Ebû Lübâbe

(r.a.) Benî Kaynuka, Sevik ve hicretin beşinci yılında yapılan Hendek gazâlarına da katıldı. Daha sonra

Benî Kureyza gazâsına iştirak etti. Bu gazânın sebebi şu idi: Peygamber efendimizle Benî Kureyza Yahudileri

arasında bir anlaşma vardı. Buna göre, Mekke müşrikleri ile yapılan Hendek Muharebesinde

rnüslümanlarla beraber, Medine’yi müdafaa etmeleri gerekiyordu. Fakat bunlar, böyle bir şeye yanaşmadıkları

gibi, harbin en nâzik bir zamanında müşriklerle işbirliği yaptılar. Peygamber efendimizin, durumu

araştırmak ve sulh için gönderdiği heyete de hakarette bulundular. Bununla da yetinmeyip, Medine

üzerine baskınlar düzenlediler. Müslümanları öldürmeye teşebbüs ettiler. Hendek muharebesinde, onbin

kişilik müşrik ordusunun büyük zayiat vererek geri çekilmesi Kureyza Yahûdilerini hayâl kırıklığına uğrattı.

Sonra Medine’ye iki saatlik mesafede bulunan kalelerine çekildiler. Peygamber efendimizin üzerlerine

yürümesinden çok korkuyorlardı.

Peygamber efendimiz, Hendek’ten dönüp, evine geldi. Üzerindeki silâhı çıkardı, öğle vakti idi. Yıkandıktan

sonra, buhurlanmak için buhurdanlığını getirdi. Bu arada, atlas ile örtülü bir katır üzerinde ve başında sarık olduğu halde Cebrâil (a.s.), geldi. Sarığının ucu iki omuzunun arasında ve üzerinde

zırhdan gömlek vardı. Peygamber efendimize, kendisi ve diğer meleklerin silâhlarını çıkarmadıklarını,

söyledi. Bundan sonra Cebrâil (a.s.), Resûlullah’a şöyle dedi: “Yâ Muhammed! Kalk onların üzerine yürü.”

Peygamberimiz (s.a.v.) “Kimin üzerine yürüyeyim?” diye sorunca Cebrâil (a.s.) “İşte oraya” diyerek,

eliyle Benî Kureyza tarafını gösterdi. Resûlullah (s.a.v.) “Eshâbım çok yoruldular. Birkaç gün dinlenmeleri

nasıl olur” buyurunca, Cebrâil (a.s.) “Yâ Muhammed! Allahü teâlâ, hemen Benî Kureyza kabilesi üzerine

yürümeni emrediyor. Ben şimdi yanımdaki meleklerle beraber, Kureyza Yahudilerinin kalelerine

gidiyorum. Allahü teâlâ onları helâk edecektir” dedi. Peygamber efendimiz (s.a.v.), Cebrâil (a.s.) gidince,

Bilâle (r.a.) “İşitip, itâat eden kişi, ikindi namazını Benî Kureyza yurdundan başka yerde kılmasın” diye

seslenmesini emretti. Peygamber efendimiz (s.a.v.) ve Eshâb-ı kirâm (r.anhüm) silahlandılar. Resûlullah

efendimiz (s.a.v.) Cebrâil’in (a.s.) izini takip ederek yola çıktılar. Benî Kureyza yahûdilerinin olduğu yere

geldiler. Kalelerinin çok yakınına kadar yaklaştılar. Benî Kureyza yahûdileri iyice muhasara altına alındı.

Muhasara son derece şiddetlenmişti. Yahudiler, Peygamber efendimizden (s.a.v.) kendisiyle görüşmek

üzere Ebû Lübâbe’yi istediler. Ebû Lübâbe’nin (r.a.) çoluk çocuğu ve malları Benî Kureyza yurdunda idi.

Peygamberimiz, Ebû Lübâbeyi (r.a.) onların yanına gönderdi. Ebû Lübâbe yanlarına varınca, onu karşıladılar.

Kadınlar ve çocuklar ağlaşarak, kendilerine acındırmağa çalışarak yardım bekliyorlardı. Yahudiler,

Ebû Lübâbe’ye “Muhasara bizi mahvetti. Muhammed (s.a.v.) müsaade etse de buradan çıkıp, Şam’a

veya Hayber’e gitsek bizim çarpışmağa gücümüz yok” “Ey Ebû Lübâbe, biz teslim olursak bize ne yapılacak”

diye sordular. O da elini boğazına götürmek suretiyle kesileceklerini ifâde eden bir işaret yapmıştı.

Ebû Lübâbe “Vallahi onların yanından da henüz ayrılmamıştım ki, bu hareketimle, Allah’a ve Resûlüne

karşı iyi bir iş yapmadığımı anlamıştım.” dedi. Selâhiyetli olmadığı veya gizli kalması gereken bir şeyi

söylemişti. Ama” bir kerre ağzından çıkmıştı. Ebû Lübâbe (r.a.) bu duruma çok üzüldü, çok pişman oldu.

Gözlerinden akan yaşlar sakalını ıslattı. Kalenin arkasından bulduğu bir yolla, doğru Medine’ye gidip

Mescid-i Nebevîye girdi. Kendisini direğe bağlattı. Allahü teâlâ hakiki bir tevbe nasîb edip, tevbe edinceye

kadar yerinden ayrılmıyacağını, böyle olmadan Resûlullah’ın yüzüne bakamıyacağını, yemin ederek,

artık içinde Allah ve Resûlüne karşı hata işlediği bir memleketi görmek istemediğini söyledi. Ebû

Lübâbe’nin (r.a.) düştüğü bu hata ile ilgili olarak şu âyet-i kerîme nâzil oldu. “Ey îmân edenler! Allaha

ve Resûlüne hainlik etmeyin. Bile bile aranızdaki emânetlere de hainlik etmeyin.”

Ebû Lübâbe (r.a.) Resûlullah’ın zevce-i mutahharası Ümm-i Seleme’nin (r.anha) kapısı önündeki

direğe kendisini bağlatmıştı. Hava bir hayli sıcaktı. Bir hafta hiç bir şey yemeyip, kulakları işitemiyecek

hale geldi. Ebû Lübâbe (r.a.) bu durumları yaşarken, müslümanlar da onun, yahûdilerin kalesinden

dönmesini bekliyorlardı. Aradan uzun bir zaman geçmesine rağmen Ebû Lübâbe dönmedi. Nihayet durumdan

haberdâr olunup, Resûlullaha arz edildi. Peygamber efendimiz “Eğer doğruca, yanıma gelseydi,

bağışlanmasını Allahü teâlâdan dilerdim. Madem ki, o kendisini bağlatmış, artık Allahü

teâlâ tevbesini kabul edinceye kadar onu bulunduğu yerde bırakırım” buyurdu. Ebû Lübâbe (r.anh)

bu şekilde direğe bağlı olarak altı gece kaldı. Ancak, her namaz vaktinde bağları çözülür, namazını kıldıktan

sonra, yine direğe bağlanırdı.

Peygamber efendimiz (s.a.v.) Ümm-i Seleme’nin (r.a.) odasında idi. O sırada, Ebû Lübâbe’nin

(r.a.) tevbesinin kabul olduğuna dair âyet-i kerîme nâzil oldu (indi). Âyet-i kerîmede “Onlardan diğer bir

kısmı da günahlarını itiraf ettiler ve (evvelce yapmış oldukları) iyi bir ameli sonradan yaptıkları

başka bir kötü (nifak) ile karıştırdılar. Olur ki, Allah, onların tövbelerini kabul eder. Çünkü Allah,

Gafûr’dur (çok bağışlayıcı), Rahîm’dir” buyuruldu.

Ümm-i Seleme validemiz, seher vakti Peygamber efendimiz’in (s.a.v.) güldüğünü işitti. “Niçin gülüyorsun

Yâ Resûlallah!” diye sordu. O zaman, Ebû Lübâbe’nin (r.a.) tevbesinin kabul olduğunu buyurdular.

Ümm-i Seleme (r.anha) müjdeliyeyim mi? Yâ Resûlallah!” diye sordu. “Olur! Müjdelemek istiyorsan,

müjdele” buyurdu. Bu haberi duyan herkes, iplerini çözüp salıvermek için Ebû Lübâbe’ye doğru

koştular. Ebû Lübâbe (r.a.) bunu kabul etmedi. “Vallahi! Resûlullah (s.a.v.) bizzat kendi eli ile beni

bırakmadıkça buradan ayrılmam” dedi. Peygamber efendimiz (s.a.v.) namaza giderken, uğrayıp salıverdiler.

Ebû Lübâbe (r.a.) direğe ince, sağlam bir iple bağlanmıştı. Onun için ip, onun iki kolunu kesmişti.

Uzun zaman bu kesikler geçmedi, iz olarak kollarında kaldı.

Ebû Lübâbe (r.a.) bu hâdise ile ilgili olarak şöyle anlatır: “Benî Kureyza Yahûdilerini kuşatmıştık. O

zaman bir rüya gördüm. Şöyle idi: Kureyza yahûdileri, çok pis kokan bir kara balçık haline gelmişler!

Onlardan uzaklaşma imkânım da yoktu. Az kalsın, onların o kötü kokularından ölecektim. Sonra, akan

bir nehir gördüm onda yıkandım. Tertemiz oldum. Güzel bir koku da süründüm. Rüyamı Ebû Bekir’e

(r.a.) anlattım. O rüyamı tâbir etti (yordu), “Dilin tutulacak, çok sıkıntılı bir işe gireceksin. Fakat kurtulacaksın”

dedi. Direkte bağlı olduğum zaman Ebû Bekir’in (r.a.) sözü aklıma geldi. Tevbemin kabul olacağına

dair âyet ineceğini ümit etmiştim.”

Ebû Lübâbe (r.a.) bu günahın işlendiği, Benî Kureyza yurduna dönmek istiyordu. Halbuki Allah ve

Resûlüne karşı günah işlediği bu memlekete bir daha hiç girmiyeceğine dair yemin de etmişti. Durumu

Resûlullah’a (s.a.v.) arz etti. Allah ve Resûlü uğrunda, bütün malını bile verebileceğini söyledi.

Resûlullah efendimiz (s.a.v.): “Malının üçte birini vermek senin keffaretine yeter” buyurdu. Hz. Ebû

Lübâbe, malının üçte birini ayırıp, verilmesi gerekli kimselere dağıttı. Ondan sonra, vefât edinceye kadar

kendisinden, hayırdan başka bir şey görülmediği bildirilmiştir.

Bu arada Benî Kureyza hâdisesi şöyle sona erdi: Benî Kureyza yahûdileri yirmibeş veya onbeş

gün muhasara sonunda, teslim olmak zorunda kaldılar. Haklarında Sa’d bin Muâz’ın (r.a.) hüküm vermesini

istediler. Sa’d bin Muâz’ın (r.a.) verdiği hüküm ile erkeklerin boynu vuruldu. Kaleden attığı taşla

bir sahâbîyi şehîd eden Nübâte adında bir kadına kısas yapıldı. Daha önce müslümanlara iyilikleri dokunan

bir kaç kişi afv edildi. Benî Kureyza meselesinin halledilmesi ile, Medine’nin etrafı zararlı kimselerden

temizlendi. Müslümanlar, uzun müddet harpsiz sakin bir devir geçirdiler.

Ebû Lübâbe (r.a.) Benî Kureyza gazâsından sonra Mekke fethine katıldı. O zaman, Amr bin

Avfoğullarının bayrağı onda idi. Tebük gazâsında ve Veda Haccı’nda da bulunan Ebû Lübâbe

Resûlullah’ın (s.a.v.) âhirete teşriflerini de gördü. Bundan sonra, muharebelere katılmadı. Medine’de

kalıp Evs kabilesinin temsilcisi olarak, halifelerin istişare heyetlerinde (Danışma kurulu) yer aldı.

Ebû Lübâbe (r.a.) Peygamberimizin (s.a.v.) mübârek sohbetlerinde bulunmalarına rağmen, az hadîs-

i şerîf rivâyet etti. Ondan, iki oğlu Sâib ile Abdurrahman, Abdullah bin Ömer ile oğlu Sâlim bin Abdullah,

azadlı kölesi Nâfi, Abdullah bin Ka’b, Abdurrahman bin Yezîd bin Câbir, Ubeydullah bin Yezîd ve

başkaları hadîs-i şerîf rivâyet etti.

Ebû Lübâbe (r.a.) güzel bir ahlâka sahipti. Şefkat ve merhameti çok idi. Emr-i ma’ruf ve Nehy-i anil

münker (iyiliği emredip, kötülükten alıkoyma) vazifesini yerine getirme hususunda pek titizdi.

Ebû Lübâbe’nin (r.a.) kendisini bağladığı direğin yerinde Medine-i Münevvere’de bugün taştan bir

sütun olup, üzerine, Ebû Lübâbe (r.a.) ismi yazılmıştır.

 

KAYNAKLAR:

 

1) Müsned-i Ahmed bin Hanbel cild-4, sh-452

2) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-3, sh-457

3) El-İstiâb cild-4, sh-168

4) El-Îsâbe cild-4, sh-168

5) Mevâhib-i Ledünniye cild-1, sh-151

6) İbn-i Hişâm cild-3, sh-248

7) Vâkıdî Megâzî cild-2, sh-505

8) İnsân-ül-Uyûn cild-2, sh-663